gülümsemeyi severim

hayat ve ölüm

zaman oldu yazmayalı kırk iki gün hikayelerine, bahanem değil çok ciddi bir nedenim var....

ben hep doğum kadar ölümünde normal karşılanması gerektiğine inanırım, ölümde bir düğün, bir kavuşma olduğuna...

peki ya ölememek?

neden mi yazıyorum bunları, anneannem çok hasta... ben hep aile binalarında oturdum, babamla annem beraberken babamların binasında, babaannemler,halamlarla, şimdi annemin yanında yan komşumuz yengem ve kuzenim, üst katta anneannem oturuyor.beyaz saçlı, yosun yeşili gözlü, çok bakımlı, az huysuz, bence dünya tatlısı bir kadın. şimdi o kadın çok hasta, yalvarıyor, beni al yanına diye... ne yapabilirsin?

twitterda bir ara bir hesap vardı, ölüm var abi diye, cep telefonunun ile siteye kayıt olurdun, sana zamansız mesajlar gelirdi, ölüm var abi, takma kafana neyi takıyorsan yazardı... hayat için koşarken çok unutuyoruz, final çizgisini...



bugünün motivasyonu da bu olsun, her şeyin bir sonu var, gönül ister ki her son mutlu son olsun...

ben herkes sağlıklı olsun isterim, özellikle anneanneler,babaanneler,dedeler, halalar, teyzeler, herkes...

ben herkes mutlu olsun isterim...

öptüm,bye...

not: fotoğrafı oben budak ın instagram adresinden çok beğenmiş, zamanında kaydetmişim, benim için olacaksa bu olsun...

21 ve yeni

bugün yılın son ayının 12. günü, yani yeni yılın ilk gününe tam 21 gün uzaklıktayız. ne önemi mi var bu sayının? bir davranışın alışkanlık haline dönüşmesi için  kesintisiz şekilde 21 gün boyunca tekrarlamak gerekir derler beyin dili programlama uzmanları (NLP)...

o yüzden 2013 senesinin başında yaptığın listeleri bugüne kadar hayata geçiremediysen, ertelediğin kararlar kafanda giderek büyüyorsa, ilk adımı atmak hala çok zor geliyorsa, bugün tam zamanı başlamanın. bugün başla, yeni alışkanlığın ile karşıla yeni yılı...



ben bu 21 günde daha sağlıklı beslenmeyi alışkanlık haline getirmeyi hedefliyorum, yediğim ve içtiğim şeyleri sağlıklı olanlar ile değiştirmeyi planlıyorum, ciddi bir diet cola severim, çevremde ki herkesin uyarılarına kulağımı tıkar, colamı içerim, hatta öyle ki dışarı çıktığımızda coca-cola markasını servis etmeyen yerlerde yemek yemem, rezervasyon yaptırırken sorarız, var mı, yok mu diye... tüm zararlarını biliyorum, ve kabul ediyorum:) şimdi sadece kendi isteğimle yerine yeni bir şeyler koymaya çalışacağım. ilk aklıma gelenler nefis kokuları olan tatlarını merak ettiğim, bitki çayları... bu arada bana sağlıklı beslenme konusunda ki en büyük yardımcı, motivasyon veren şimdilik bebek adımlarıyla emekleyen, yakın zamanda maratonlarda koşacağına inandığım www.onelifebefit.com blogu, blogu takibe alın ve her an ulaşabilmek için sosyal medya adreslerini de ekleyin derim:) 

senin 21 günde kazanmak istediğin bir alışkanlık, yerine olumlusunu koymak istediğin bir davranış var mı ?

kırk iki gün hikayelerinin amacı bu, destek olmak, beraber bir şeyler yapabilmek, başarabilmek...

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

havaalanı ve haber

kırk iki gün hikayelerinde bugün, "işaretleri okumak"...

hani bir şeyi çok istersin ya, gece uyutmaz, gündüz rüya gördürür, hayal kurdurur, inandırır seni... sonra çekiliverir geri, beklersin bir haber gelsin, gelmez, beklersin, beklemeye devam edersin ve hayal kurmaya... 

sonra dünyanın ne kadar küçük olduğunu hatırlatır bir telefon konuşması, haber beklediğim bir projenin konuşmasına arkadaşım hava alanında şahit olmuş, uçağa binmek üzereyken, arkasında yolcu anlatmaya başlamış, şöyle oldu, böyle oldu, uçak kalkana kadar devam etmiş konuşma, arkadaşımın da kulak misafirliği devam etmiş, yolculuk biter bitmez, uçaktan iner inmez aradı beni, bulmacanın parçalarını birleştirmeye çalıştık, bir sonra ki adım ne olabilir, ne olamaz, nasıl olur ki bu iş acaba olur mu ki? bilmiyorum ki:) 

umudum var, her şeyin çok güzel olacağına dair :) 

disney in geçen sene oscar kazanan bu animasyonu bu yazının videosu olsun, karşımıza çıkan işaretleri iyi okuduğumuz bir hafta olsun..



ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye... 

kızlar ve kardeşler

kırk iki gün hikayeleri, yılbaşına sayılı gün kala, hadi hep beraber motive olalım diyelim, yılın başında koyduğumuz hedefleri hep beraber gerçekleştirelim diye başladığım bence motivasyon, sence oyun...

yılın başında koyduğum hedeflerden biri, kız arkadaşlara zaman ayır maddesiydi... ben tek çocuğum, benimle evimi paylaşan bir kardeşim, elbiselerini ödünç alacağım bir kız kardeşim olmadı derken benim çok kardeş kız arkadaşlarım oldu. yanıldığım da çok oldu, beraber güldüğümü dostum yaptığım elini tuttuğum, yardım ettiğim, zamanımı verdiğim, yardımcı  olduğum, yolun yarısına gelmeden bırakan da...

iyi seçilmiş kız arkadaşlar, seçilmiş kardeşlerdir... bu hafta 3 süper kadınla buluştum, konuştum, oturdum...

yeni bir trend olsun, hep beraber voltran oluşturalım diye, yeni poz yaptık biz, kız kıza, güç birliği yapmışcasına eller üst üste... 

kadın dünyası çok ayrı, inceliklerle dolu, empati ve sempati dolu, senin derdin benim derdim, ben ne yapabilirim senin için söyle yeter ile dolu, eskiden kadın kadının kurdudur derlermiş ya, kimse sevmezmiş daha iyisini, düşünüyorum benim kız arkadaşlarımın hepsi benden daha iyi ve hepsini seviyorum. 



ben herkes mutlu olsun isterim, 

öptüm, bye... 

odak ve internet

kırk iki gün hikayeleri ile çaktırmadan dalga geçenlerin yanı sıra yüzüme yüzüme de "ne yapıyorsun sen ya, ne iş ki bu, ne olacak sonunda?" diyenler, ben de bilmiyorum, sadece hoşuma gidiyor yazmak, senin de hoşuna gidiyorsa ne mutlu bana, sen okumaya, ben yazmaya devam...

bundan yaklaşık altı ay öncesine kadar markalara ait sosyal medya adreslerin yürütülmesinden, kampanyasından, reklamından sorumlu olduğum bir işim vardı. o zaman elimde sürekli telefon olması, tabletin yanımda açık olması, karşımdaki konuşurken bir yandan zaman tünelinde neler olmuş, bakmadığım saniyelerde demek, fütursuzca like tuşuna basmak bana çok normal geliyordu, çevreme de... 

şimdi ise, karşımda ki konuşurken elime telefon almaya utanır oldum, son zamanların mottosu "anı yaşa,odaklan" davranışlarının tam tersini yapmaktan, o andan internet hızıyla uzaklaşmaktan, kaçmaktan ve olmadığım yerlerde, beraber olmadığım insanların fotoğraflarına bakmaktan...üstüne üstlük kıyaslama psikolojisi en üst seviyede, gördün mü bak ilkokul arkadaşın genel müdür olmuş, orta okulda ki sıra arkadaşın amerika'da çılgın lüks bir hayat yaşıyor, hele bir de cumartesi akşamı evdeysen, herkesten çılgın eğleniyormuşcasına fotoğraflar yağıyor, eğlenmek için mi dışarı çıkıyoruz, fotoğraf çektirmek için mi, fotoğraflarda kocaman gülümseyip sonra ciddiyetle mi takılıyoruz partilerde... inan hiç birinin cevabını ben de bilmiyorum, üstüne üstlük ne zaman güzel bir elbise giydiğime inansam çevremde ki herkese yalvarıyorum, fotoğrafımı çeker misin diye, puflatırcasına,bıktırırcasına... ben de düzenli bir içerik sağlayıcısıyım, düzenin içindeyim.  




bitmesine sayılı gün kalan yılın, yapılacaklar kararlarında, odaklanmak en üst sıralardaydı. çözüm olarak ben bir süre cep telefonuna internet almadım, bir şey göstermem gerektiği zaman kelimelere sığındım en ince ayrıntısına kadar betimledim. yine fotoğraf çektim ama o an, o saniye, o büyüyü bozarak yüklemedim, eve gelmeyi bekledim, bazıları o an geçtikten sonra yayınlamak istemedim, masalsı tadı bana kalsın istedim, sakladım kendime... konuşmalara ve ayrıntılara daha çok odakladım, daha güldüm, daha çok kahkaha attım bende işe yaradı, bağımlığımı azalttım :) belki sende de işe yarar... bir başka yol ise, gittiysen arkadaşlarınla bir yere, koyuyormuşsun telefonları üst üste, masanın en orta yerine, başlıyormuşsun sohbete, telefonu ilk alan ise ödüyormuş tüm hesabı :) 

bu video da  bu yazının videosu olsun, yazıyı okuyan da yorum bıraksın, kendinin sosyal medya ile bağını anlatsın mı? :)

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

tarih ve pazartesi

bugün ne güzel, ne özel bir gün... öğretmenler günü... maalesef kutlama arifesinde ankara'da çok hoş olaylar yaşanmasa da, yine de her şekilde kutlamaya, teşekkür etme fırsatını değerlendirmeye değer bir gün... 

bugün, öğretmenler günü için özel olarak düzenlenen  bir toplantıya katıldım. toplantıda konuşmacı konuk yıllarca öğretmenlik yapmış, öğretmenliğe aşık bir öğretmendi.anılarını çok eğlenceli ve öğretici bir şekilde anlattı. konuşmasından benim aklımda kalan sbs tanımı için yaptığı açıklamaydı. dedi ki: "öğretmenin sbs' si, sevgi, bilgi ve sabırdır.öğrenci, öğretmenini sevdiği dersi sever."

düşünmeye başladım, ben çok hangi dersi severdim diye,aklıma dersten önce öğretmenim geldi, anlatılanı doğrularcasına... ortaokul tarih derslerimizin muhteşem tarih öğretmeni: nigar hoca... tüm tarih dersini masalaştırarak ezberletmeden öğreten, kıvırcık saçları ve moda kıyafetleri ile dersini sabırsızlıkla beklediğim... takip ettiğim kadarıyla çok mutlu bir ailesi ve süper sevimli iki kızı var... nigar öğretmenim, ben hiç sevmem hocam demeyi :), öğretmenler gününüz kutlu olsun, ne kadar şanslı bir çocukmuşum, örnek alabileceğim ne güzel insanların ellerinde büyümüşüm, her şey için çok teşekkürler, hala aklımda germiyanoğulları....

konuşmacı konuğumuz, toplantı sırasında aslında kırk günü gün hikayelerinde, bugünün konusunu söyledi. 
"sevdiğiniz işi yapın" dedi. "ben öğretmenliği çok severek, aşkla yaptım, geçirdiğim bir gün , emek harcadığım bir öğrenci için dahi pişman değilim" dedi. kaçımız yaptığımız işi bu kadar severek yapıyoruz,sen yaptığın işi seviyor musun, çevrende kaç kişi yaptığı işi seviyor? sosyal medya adreslerinde pazar öğleden sonra başlayan ve pazartesi öğleden sonra saatlerinde kadar devam eden pazartesi sendromu içeren yazılar, fotoğraflar, videolar  bunun cevabını vermiyor mu? 



bence eğer seversen yaptığın işi, girmezsin sendroma, bakmazsın saate mesai hadi bitse diye,

ben herkes sevdiği işi bulsun ve yapsın isterim,

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

ruh ve arabesk

kırk iki gün hikayelerinde, bugünün konusu şükür etmek. olan ve olmayan her şeye...

hayalini çok kurup gerçekleşmeyen düşlere, yanı başımızda olanlara, gidenlere, kalanlara, eskiyenlere, oldies but goldies olanlara, her şeye ve herkese...

şükür ederken sürekli mutluluğa teşekkür etmek olmuyor, ruhunun bir yanı geçmişi, gitmişi hatırlamak istiyor, işte o zaman durdurma kendini, yok sayma hiç bir şeyi , olanlara olduğu kadarı ile, olmayanları da bu da olmadı, vardır bir hayrı diye düşün... sürekli gülümsemez kimse, otuz iki diş olsa bile:) mutluluk kadar, nefes almak kadar, mutsuzlukta var hayatın içinde, kabul et ve ruhunun arabesk yanını da sev...

kabul etme kısmında da benim önerim,  bırak kendini müziğe, kim ne derse desin, hangi şarkının sözü anlatıyorsa senin söyle kendince, makamsızca, anlamsızca,katılmıyorsan bir ses yarışmasına, detone ol hakkı da yanında...

varsa yanında iki dostun, bir şeyler iç, müzik dinle, boş boş bak sahneye, gülümse geçmişe, yanımda yok ki kimse diyorsan artık yalnız kalmak zor  bugünlerde, aç youtube, yap listeni, gülümse geçmişe...


varsa sana kendini iyi hissettiren veya geçmişe döndüren, en sevdiğim işte benim şarkım dediğin paylaşırsan sevinirim, yorum yaz hep beraber dinleyelim:)

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

siyah ve elektrik

kırk iki gün hikayeleri benim için çok değerli... benim "ben" için yaptığım bir şey, okuyan sana da azcık bir etki yapıyorsa daha ne güzel ne olabilir ki? bu yüzden yorumların benim için çok değerli... 

bugün anne-kız günü aktivitesi olarak sinemaya gittik biz, en boş olacağı umduğumuz saatte, cuma günü saat 13.30 seansına aldık biletlerimizi, salonda sadece biz oluruz derken toplam, evet oturdum ve saydım:), 35 hemcinsimle beraber "benim dünyam" filmini izledik... filmin yirminci dakikasından itibaren iç çekmeler, burun çekmeler, içli içli ağlamalar başladı. evet film çok etkileyici, oyuncular muhteşem, hikaye sarsıcı...

beni en çok etkileyen ise  filmde ki bu replik oldu...

"elektrik kesilince yeniden geleceğini bilirsin, oturur beklersin geleceği vakti, ne zaman geleceğini bilmezsin, ama bilirsin geleceğini..."

hayatımızda ne olursa olsun, nasıl süreçlerden geçersek geçelim,alalım derslerimizi, unutmayalım yaşadıklarımızı, not edelim bir kenara ve devam edelim inanmaya, aydınlık,pırıl pırıl günlere...



ben herkes mutlu olsun isterim....

öptüm,bye...

azim ve devam

kırk iki gün hikayelerinde bugün listede tamamlanan madde, güzel şeylerin gerçekleşeceğine dair inanç olsun mu? ben yapı gereği, genetik kodlarımda çok fazlaca olmasa da, hayalperest, mutlu, her şeyde iyi bir yan arayan zaman zaman gereksiz olan polyana yım. ben de çok zorlanıyorum bazen, aklıma binlerce felaket senaryosu geliyor. asla bu olmayacak, bu hiç olmayacak, hiç hiç olmayacak diye düşünüyorum, düşündükçe inanıyorum, inandıkça üzülüyorum.

işte bu olumsuz düşüncelerin önüne geçmek için ne yapsam, ne etsem, inansam iyiliğe derken okuduğum bir kitapta bir öneriye rastladım. aklınıza kötü bir düşünce geldiğinde, o düşünceyi bir top şeklinde hayal edin ve uzayın boşluğuna doğru fırlattın. ben de bir zamanların çok popüler oyunu angry birds e uyarladım bu tavsiyeyi... ne zaman aklıma kötü bir düşünce gelse takıyorum sapanın ucuna düşünüyorum, tüm kötü olasılıkları ve sonra fırlatıyorum uzayın en derin boşluğuna...

demet akalın'ın 41 yaşında hamile kaldığı günlerdeyiz, hatta bu yazının örneği kesinlikle demet akalın olsun, ki zaten ben çok severim, şarkılarıyla çok eğleniyorum, ben hiç türkçe dinlemem, eğlenemiyorum diyenlerden kesinlikle değilim. örneği incelediğimizde 2010 yılında çıkardığı popüler şarkısında ki tüm dileklerine ulaşmış gözüküyor şu an... evli, mutlu ve çocuklu...  

her şeyin imkanı var, yeter ki istemeyi bilelim, ne istediğimize dikkat edelim, iyi tarafta olmaya devam edelim.






ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye

tüketmek ve tüketmemek


kısa tanıtım :) kırk iki gün hikayeleri, yılbaşına kala sayılı günler, listede ki maddeleri hep beraber eritelim, hedeflerimize beraber koşalım diye, motivasyon içeren, ilham veren, haydi beybim sen yaparsın dedirten şeylerin paylaşımı için var. 

yılbaşı listemde her sene olduğu gibi bu sene de tutumlu olmak, harcamalarımı düzenli yapmak, para biriktirmeyi başarabilmek vardı. öngörülemeyen olaylar sonucu biriktirme kısmında çok başarılı olmadım ama dikkatli tüketim yapma konusunda bu video bana çok yardımcı oldu. özellikle her gün çıkan en yeni teknolojik ürünlere sahip olmanın verdiği yüksek statü yerine, var olanı tam anlamıyla kullanmak adına. video yaklaşık bir saatlik bir belgesel, hiç düşünmeden sadece bize söyleneni yaptığımız tüketim alışkanlıklara "dur ve düşün" dedirtiyor. 

videoyu izledikten sonra bozulan diz üstü bilgisayarımı hemen değiştirmek yerine, tamir ettirmeyi denedim, şu an bu yazıyı ondan yazıyorum, yaşamaz denilen bilgisayar üstün performansına devam ediyor. bozulan iphone ve ipad imi yeni modellerinin süper lansmanına rağmen değiştirmek yerine tamir ettirdim, son nefeslerine kadar kullanmaya karar verdim, onlar beni bırakmadan ben onları bırakmıyorum.

belki de işin sırrı bu aralar sosyal medya adreslerinde sıkça paylaşılan sorunun cevabında gizlidir :)

altmış beş  yıldır evli olan çifte sorarlar. "bu kadar yıllık evliliğin sırrı nedir? "
teyze cevap verir "bizim zamanımızda eskiyen şeyler atılmazdı tamir edilirdi."





yılın sonu ve bası

yeni yılın ilk gününe sadece kırk iki gün kaldı, farkında mısın? toplam üç yüz yirmi iki gün önce koyduğun yapılacaklar listen, hedef listenin neresindesin? hangi maddeler gerçekleşti  ve üstü çizildi, hangi maddeler çitlerden atlar gibi, talihlisini bulamayan sayısal loto sonucu gibi seneye devir oldu? 

neden mi soruyorum bunları, benim de var listelerim, seneye devir olan hayallerim. hep beklemektense geleceği, şimdi değil mi harekete geçme zamanı... söylemesi kolay uygulaması zor diye, bir oyun buldum kendi kendime... kaldıysa daha 42 günü bu yılın, hadi listeden bir şeyler yapalım... ben öncelikle kendimi motive etmek için  ve belki  sen de seversin paylaştıklarımı geçersin harekete diye, her gün gönlüme dokunan bir şeyler paylaşmaya karar verdim otuz iki dişte, zaten bloğum hayat üstüne, hayatım üstüne, hayattan öğrendiklerim ve hayal ettiklerim üzerine, bir hedefi beraber gerçekleştiririz belki de... 





bu hikayeyi ilk kez haziran ayının son gününde bir devir toplantısında, yeni başlayan bir görevin ilan edilmesi sırasında dinledim. 


wesminster manastırı'nın bodrumunda bir anglikan piskoposunun üzerinde şunlar yazılıdır:

‘gençken düşlerim sonsuzdu ve dünyayı değiştirmek isterdim. 
yaşlanıp akıllanınca dünyanın değişmeyeceğini anladım. 
ben de düşlerimi biraz küçülterek memleketimi değiştirmeye karar verdim. 
ama o da değişeceğe benzemiyordu.
iyice yaşlanınca, son bir gayretle sadece ailemi ve kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. 
maalesef bunu da gerçekleştiremedim... 
şimdi ölüm döşeğinde yatarken, birden fark ettim ki önce yalnız kendimi değiştirseydim, etrafımdakilere örnek olur, ailemi de değiştirebilirdim. 
onlardan alacağım cesaret ve ilham ile memleketimi daha ileri götürebilirdim. 
kim bilir belki dünyayı bile değiştirebilirdim...’                                                                                            
hayatımızda değiştirmek istediğimiz bir sürü şey var, madde madde listelenen, bazen listelenmeye dahi cesaret edilemeyip, keşke olsa denilen, hayali kurulan... 


çevremizde ki insanlar hak ettiğimizi düşündüğümüz gibi davranmıyorsa bize, belki zamanıdır bizim onlara karşı olan tavrımızı değiştirmenin... alamıyorsan emeğinin karşılığı, bekleme boşuna, odaklan başka bir konuya :)

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm, bye 

ekim ve yeni

ekim ayı benim için hep özel olmuştur, doğduğumdan beri, doğduğum ay olduğu için :) belki tek çocuk olmamdan, belki partileri, kutlamaları, sürprizleri çok sevdiğimden çok önem veririm ben doğum günüme. bu zamana kadar çeşit çeşit konsept parti ile, onlarca ve yüzlerce insanla kutladım. bir yıl şimdi kapalı olan, ancak açık olduğu zamanlarda çok popüler olan sanki bir safari turundaymış gibi hissettiren bire bir aynı boyutlarda olan hayvan maketlerin olduğu cafede kutladım.  bir tanesinde bir partinin içinde kutladım doğum günümü 300 kişinin bir ağızdan "iyi ki doğdun" şarkısına şahit oldum.tatlı  2 lerin olduğu zamanlarda...

bu sene benim için çok büyük bir adım attım, kutlamayı seven ben en büyük sosyal medya kanalından kaldırdım doğum günü tarihimi. "Otuzikidis'in doğum gününü kutla. Zaman tüneline doğum günü tebriği yaz." uyarısı gitmesin istedim kimseye, aklında kalanlar kutlasın, zihninde yer edenler... emir cümlesini gerçekleştirmenin verdiği rahatlıkla samimiyetten uzak, yolda görünce selam vermeye çekinen tanıdıklar bu sene benim için yorulmasın istedim:) kutlamayan kimseye kırılmadım, bunun adı belki olgunluk, eskiden bir liste olurdu zihnimde, doğum günümü kutlamayanlar diye. bu sene ise daha az kişinin kutladığı, doğdum diye gerçekten mutlu olan insanların aradığı 10.10'luk bir gün geçirdim. yeni yaşımda çok özel bir hediye aldım, çok emek verilerek, bir çok kalem heba edilerek hazırlanmış olan:) hani ilkokul da anı defterlerimiz vardı ya, kalbin kadar saf bu sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim diye yazmaya başladığımız, kalbimizin beyaz sayfalar kadar saf olduğu günlerde... en sevdiğim, beni en sevenlere ulaşmış, hepsinden bir yazı istemiş, yazıları toplamış, kendi el yazısı ile teker teker yazmış toplam kırk dört kişiden anılarla dolu çok özel yazılar. kıprkırmızı bir defter, kütüphanemin en değerlisi oldu. içinde sevdiklerim tarafından yazılmış benim hikayelerim var, güzel şeyler yapmışım dedirten, her sene yinelediğim "daha iyi bir insan olayım" dileğine bir adım daha yaklaştıran...



ekim ayının bir başka özelliği ise,daha çok sevmemin sebebi, en sevdiğimin de doğum gününün aynı ay içinde olması. madem konseptimiz sevgi oldu dedim, ben de ona sürpriz onun en sevdiğini gerçekleştirmeye çalıştım. sevdiğimiz arkadaşlarımızla beraber onun en sevdiği menüyü biz hazırladık, Cook and Fun' da süper anlatımı ile Ali Şef ve eğlenceli sunumu, hazırladığı sorular ile bizimle olan, doğum günlerimizin vazgeçilmezi Özgür Aksuna eşliğinde, california roll, dana etli sebzeli noodle ve panna cotta hazırladık. hazırlarken çok eğlendik, hep beraber mutfağa girdik, dans ettik, yemekleri hazırladık ve sonra büyük sofrada hep beraber yemeğimizi yedik. en son sürprizi en sona sakladım, pazar gecesi kendi ellerimle yaptığım pastayı getirdim doğum günü şarkısyla, benim için büyük bir adımdı :)



aslında hayatta yaşadığımız her gün kutlamaya değer, aldığımız her nefes, attığımız her adım, bir kutlama nedeni...

ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm,bye

şov ve devam

geçen günlerinin birinde, Ankara'da yapılacak ne var ki diyenlere inat, güzel bir mekanın sezon açılışına davetliydik. çevre sokak'ta yer alan eski 45'liğin sezon açılışında dj kabininde hayranı olduğumuz Hakan Eren vardı. "bir zamanlar" ismini verdiği performansında çocukluğumuzun Türk filmlerinde,  hani herkes masumdu,  iyiler hep kazanırdı ve kötüler filmin sonunda özür diler hatasını anlardı ya, çalan aklımıza yer etmiş, bir zamanın en popüler şarkılarını çalıyordu. üstelik kendisine açılış gecesine özel olarak bir zamanların starları eşlik ediyordu. Gönül Yazar, Semiha Yankı ve Yeliz.



muhteşem bir gece geçirdik, tüm şarkılara eşlik ettik, hangi filmde söylendiğini bulmaya çalıştık, benim aklımda kalansa geceye dair çok minik bir hatıra....

devam ederken eğlence, şarkısı çalınan sanatçı, dj kabinine girerek eski tip mikrofon elinde mırıldanıyor şarkısını, işte o an, insanlık hali kayıveriyor ayağı ve tıpkı sanki ayaklarında yay varmış gibi zarifçe düşüveriyor geriye... o sırada hala elinde mikrofon ve diyor ki "siz devam edin söylemeye.." ayağa kalktıktan sonra çılgınca alkış seyircilerden, ben düştüm diye mi bu kadar çok alkışlıyorsunuz diyor, ben cevabı içimden veriyorum "hayır düştün diye değil, ayağa kalktın diye bu alkış."




hayat bu, düşerek kalkarak, devam ediyoruz.  Mevlana'nın dediği gibi 
"sanmasınlar yıkıldık, sanmasınlar çöktük, bir başka bahar için sadece yaprak döktük" 

gece boyunca en çok eğlendiğimiz şarkı
siz de hatırladınız mı? :) 

eski 45'lik :  üsküp caddesi, no:16/2 çankaya
                     rezervasyon: 0533 138 3945

ben herkes mutlu olsun isterim...

öptüm,bye

dalga ve etkisi

akılda kolay kalsın diye, gülümsemeyi çok sevdiğim için adını otuzikidis aldığım blogum, yazmayı sevdiğim, ihmal ettiğim için suçlu hisettiğim... 

blog yazmak bulaştı bana, en sevdiğimden, o anlatırken hep dinledim, özendim ben de yapar mıyım ki dedim öyle çıktı ortaya blogum.. şimdi bana blogum için rehber olan  sevgili didi bloguna yeni yaşam tarzı ile ilgili  ilham veren yazılar ve tavsiyelerden oluşan "one life be fit " bölümünü ekledi. koşmak istiyorum ama nasıl başlarım, eğlenceli bir şekilde yaşanır mı sağlıklı diyorsanız, cevaplar blogta sizi bekliyor.



dalga etkisi oldu ben de bir arkadaşıma anlattım, sen de yazmalısın dedim, Türkiye'de başladığı blog macerasına şimdi yurtdışından devam ediyor, bugünlerde Budapeşte'den bildiriyor, sevgili aybük'ün renkli dünyasına bir göz atın, içinde konserler, sergiler ve daha neler neler var....

dalga etkisine devam, zor kararları beraber aldığımız bir arkadaşımsa hobisini yazmaya başladı, el emeği keçe harikası ürünler blogta sizi bekler, sipariş vermek için takibe almayı unutmayın:) 

ben herkes mutlu olsun isterim,

hayaller gerçek olsun isterim,

öptüm,bye....

kapağını arayan şişeler ve baykuşlar

bugünlerde düşünecek ve gezecek bolca vaktim var, "Ye, Dua Et, Sev" filminde ki İtalya sahnesinde söylenen sihirli kelime gibi...  "Dolce far niente" filmin çevirsinde olan anlamıyla hiçbir şey yapmamanın güzelliği... gelecek plan yapmaya zaman ayırmak tam olarak yaptığım bu... plan yapıyorum, sınırsızca hayal kuruyorum, bugünleri özleyeceğimi biliyorum ve toplum baskısı izin verdiği sürece tadını çıkarmaya çalışıyorum. işte yine o günlerden birinde bugün, benzer süreçlerden aynı zamanda beraber geçtiğimiz bir arkadaşımla, yolumuzu Ankara Kale'sine çıkardık. plan yapmadan, öylesine giridğimiz bir pasajta sanki Alice'nin tavşanı kovalarken düştüğü delikten "Harikalar Diyarı" na ulaşması gibi  biz de "Baykuşlar ve Diğerleri " Diyarına ulaştık ve diyarın bilgesiyle tanıştık. 



Ahmet Çomak, 37 yıldır biriktiyor... baykuş sevgisi okuduğu okulunun logosundan başlamış, iş hayatı, evlilik hayatı ile beraber hep devam etmiş, hiç eksilmemiş tutkusu, hiç bırakmamış peşini... kolleksiyonerliğini dinlemek için link, kendisi ile tanışmak için kendi ağzından eşyalar hikayesini dinlemek için ise Ahiler El Sanatları İş Merkezi Antikacılar Çarşısı Salman Sokak No:23/9 Samanpazarı na gitmeniz gerekiyor. eğer şanşlıysanız kendisiyle tanışabilir ve hatta özel karışım baykuş çayından da içebilirsiniz:)


renkli ve farklı  objelerin yanı sıra, kolleksiyon evinin sırrı bilgesinde...
 
bize anlattığı bir hikaye, belki de en çok duymaya ihtiyacım zamanda geldi... kolleksiyoner olmak pür dikkatli olmayı gerektiyormuş, karşınıza ne zaman ve nerede neyin çıkacağı geçen belli değil... geçen yıllardan birinde bir başka kolleksiyoner gelmiş, 2 şişe getirmiş çok özel tasarımlı, antika sınıfında olan ancak şişelerin bir eksikleri varmış kapakları yokmuş... şişe kapağı olmadan tam bir değer olamıyormuş, yine de kolleksiyoner Ahmet'e içinde ki ses fısıldamış, al bu şişeleri, kapaklarıyla buluştur... sese inanmış,satın almış şişeleri, sonra aklına düşmüş ben zamanın birinde tam da şişelerden birine göre bir kapak almıştım acaba nerede... milyonlarca objenin arasında başlamış araştırmaya, mağazaya, tüm raflara bakmış, çekmeceleri açmış, depoya gitmiş, şişenin kapağı onu beklermiş....

bir kaç hikaye daha dinledik bugün, hepsi birbirinden değerli, tam çıkarken mağazadan dışarı sen ne yapıyorsun hayatta dedi, o an bir anda " ben de kendimi arıyorum galiba" dedim...

bir şişe dahi bulabiliyorsa kapağını, ben mi bulamam  hayalimdekileri... :)

ben herkes mutlu olsun isterim...

öptüm,bye 

bebek adımlara maratona...

dün uzun zamandan sonra bloguma ulaşmaya çalıştığımda, "üzgünüz bu bu blog yayından kaldırıldı" uyarısnı görmek ve sonra bloguma tekrar kavuşmak için verdiğim çabadan sonra her gün belli bir zaman ayırmanın bloguma iyi bir yatırım olacağına karar verdim. 

kendimi yeniden inşaa ederken bana ilham veren, kulağıma küpe olsun, hayatıma motto olsun dediğim, altını altını çize çize ezbere aldığım kitap cümlerimi aktaracağım, hayalim olan derleme kitaba ulaşan bir basamak olur belki :) 

bugünün konusu "atalet" olsun... hani yarın yaparım ya, şu dizi bitsin, ojem kurusun,saat tam 19.00.00 olsun o zaman başlarım, diyete haftaya, spora maaşımı aldıktan sonra başlarım diyenlerden misin sen de?

yazının bu kısmına kadar toplam 3 kez ara verdim, 2 telefon görüşmesi ve klasik bir  beyaz diziye 15 dakikamı ayırdım :) ben bu işin profesyoneli değilim, sadece uygulamaya çalıştıklarımı ve çalışacaklarımı yazıyorum, hep beraber yaparsak sinerji olur aramızda, tüm tembel şirinler yerine çalışkan şirine bırakır bir anda :)

bilimsel olarak bakıldığında atalet momenti cismin hiç bir  harekette bulunmaması demek degil; devam ettirdigi hareketini degiştirmemesi, momentumun korunmasıdır. Bir adım ileriye gitmeden mevcut durumu korumaya devam etme hali... Annelerimizin bir işe gir ve oradan emekli ol, masanı benimse, senin olsun teorisi acaba bir örneği midir bunun? 

insanlarda atalet ise, tembellik, işten ve sorumluluktan kaçmak, yavaş hareket etmek gibi örneklerle her an hepimizin hayatının bir parçası olmaya aday... atıl kelimsesinden türüyen  "atalet" duygusunu yenmenin sihirli anahtarı ise iç motivasyon. ben bu işi yaparım demek, hedefleri minik minik belirlemek, bir anda ülkenin en zengin adamı benim hayali yerini önce kredi kartlarımı düzenli olarak ödeyebiliyoruma, para biriktirebiliyoruma gelmeli, minik hedefler büyük tabloya ulaşan taşlar olmalı. kilo vermekse dileğimiz, bir sabah uyanıp ebru şallı olarak kalkmayı hayal etmektense, giden gramlar dahi olsa bile hedefe yaklaştığını hisetmeli insan, kendini motive etmeli, en çok kendini, kendinin en iyi arkadaşı olmalı....



son olarak bu yazıya ilham veren kitaptan (Mümin Sekman "Kişisel Ataleti Yenmek:Tembellikle Mücadele Kitabı") minik bir alıntı:

"istekler söz konusu olduğunda 2 kritik nokta vardır. isteğin türü ve isteğin şiddeti. neyi istiyorusnuz ve ne kadar şiddetli istiyorsunuz? yüz üzerinden kaç şiddetle istiyorsunuz? yüzde 99 oranında istediğiniz bir şeye karşı atalet sizi doldurmaz. eğer yüzde 35 oranında şstiyorsanız, istememe oranınız isteme oranınızdan daha fazla olduğu için, o amaca yönelik harekete geçmeniz zor olacaktır"

bu yazıyı okuduktan sonra yapmam gereken işleri listeledim ve sonra kendime dürüstçe sordum, ben bu işi yapmak gerçekten istiyor muyum? yoksa çevre baskısı mı, kendimi oyalamak için mi diye sordum. cevaplardan evet ben istiyorum, kendim için, yaparken mutlu olacağım diyenleri ayrı bir kağıta yazdım, tam karşıma astım, yaptıkça mutlu olacağıma inandım.

kitabı satın almak isterseniz eğer sizin için idefix linkini paylaşıyorum.

Son söz , derler ki, bir işi yapmak istiyorsun neden, yapmak istemiyorsan bahanen çok olur...

bahanenizin az, moticasyonunuz çok olacağı süper bir gün olsun,

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...



ihmal kar mıdır?

her seferinde bu kadar uzun süre nasıl yazmadan durduğuma, daha doğrusu aklımda uçuşan binlerce kelimeyi nasıl dökemediğime şaşırıyorum.

hayat çok hızlı, aşırı hızlı ilerliyor. en son yazımdan bugüne kadar neler oldu? vedalar, kapıda bekleyen yeni başlangıçlar, çok yoğun ve stresli, önemli ve büyük, konuşmamda dediğim gibi olağanüstü bir zamanda insanüstü bir performans ile gerçekleştirilen "yılsonu organizasyonu", bolca stres, yapılan binlerce km, biraz gözyaşı bolca kahkaha., 4 günlükte olsa minik bir tatil, dekore edilen bir oda ve eksikleri giderilmeye çalışan, yenilenme sürecine kocaman bir hayat :)




düzeni bozmak zor... vazgeçmek, var olanda feragat ederek, yeni ve daha güzel günler için başlangıç yapabilmek cesaret istiyor. ve hayat yarın yaparım denmeyecek kadar kısa aslında, ihmal etmediğin kar olmadığını hatta zarar olabilceğini unutmamak lazım, bir de bugünün işini yarına bırakmamak ve hep umutla bakabilmek, bir de 32 gülümseyebilmek :)


ben herkes mutlu olsun isterim,
öptüm bye,



bir bilim dalı olarak yemek yapmak

ben biraz prenses büyüdüm,
merak edenler için dip not, hayat tek prensesin ben olmadığını gösteriyor, herkes kendi dünyasının küçük prensi:)
tek çocuk olunca aman bir şey olmasın, düşmesin, şaşmasın, fırına dokunmasın yanmasın dediler ben de söz dinledim dokunmadım
merak edenler için dip not,hala süper söz dinliyorum biraz anladığım gibi uyguluyorum ama dinliyorum:)

hep özendim, yaptığı yemeklerle kendine hayran bırakan kadınlara... tatlı cadılar gibi çiğ sebzeleri karıştırıp süper iksirler yaratıp, herkesi doyuran muhteşem sofralar hazırlayan yetenekli kadınlar...

ben çok yabancısı da sayılmam mutfağa,üniversite diplomamın bir kısmı aittir yemek dersine
merak edenler için dip not, teoride iyiyim pratiğim yok:)

bir yerden başlamak gerek dedim kendi kendime motivasyon çığlıkları yükseldikten sonra  artık öğrenmelisin diye...

Ankara'da yaşayan herkesin tanıdğı ve herkesi tanıyan altın kalpli TürkiyeyiUyandıranAdam Özgür Aksuna'da olunca işin içinde, denedim ben de...






Ankara'da kaldığım ilk perşembe günü soluğu Chef Akademi'de aldık. 8 çiftin katılacağı sınıf hazırdı biz geldiğimizde. Derse girmekiçin gerçek anlamda çift olmanıza gerek yok, anne kız, baba oğul, best friend hep beraber olabiliyorsunuz:)

önce işten çıkanları düşünen düşünceli Özgür bize elleriyle yaptığı muffinleri ikram etti, biraz müzik ve ders içn haazırız.. mutfak kuralları, ne yapmamalıyız, neden yapmamalıyız, bıçakların asıl amacı nedir bilgilerinden sonra malzemeler tezgahta başladık yapmaya çalışmaya...



gerçek sezar sos nedir, yalancı sezar kimdir, nasıl anlaşılır, makarana hamuru nasıl açılır, en uzun makarna hamuru rekoru kimdedir, hahşhaş tatlıya yakışır ama nereden alınır derken yardımlaşarak, konuşarak, gülerek herkes aynı malzemlerden farklı tatlar çıkardı şefimiz Ali Açıkgül'ün yönlendirmeleriyle...

en çok şaşırdığım aynı malzemelerden nasıl bukadar farklı tatların çıktığı, el lezzeti denilen bir şey gerçekten varmış, denedim gördüm..


 hep beraber uzun bir masada tattık yaptıklarımızı, şefimizin tadımı ise kendine özel tadım aksesuarı :) bir tarafı çatal bir tarafı kaşıkla denedi...
merak edenler için dipnot, aynı malzemelerden en süper tadı çıkaran biz olamadık ama başladım işte bir yerden bu bile uzun bir yolun ilk adımı sayılmaz mı? 

rezervasyonu son güne bırakmayın, hemen doluyor, her hafta yeni menüsüyle Chef Akademi sizi bekliyor, usta  olmayın yemeğin tadını çıkarın...

ilgili bilgiler, 
adres:nenehatun Cad. No: 122/2 (Ankev binası) Çankaya - ANKARA
telefon:0312 436 49 49-0533 026 80 01

Ben herkes mutlu olsun isterim...

Öptüm,bye...

hedeflenenler ve gerçekleşenler

yılbaşı gelmeden önce listeler yapılır ve çoğu unutulur kütüphanenin tozlu, bilgisayarın en yedek alınmayan bölümünde. ben de yazarım her sene başlamadan önce bir tane, 2013 e ait dilek ve temenniler yazdım, yayınladım şimdi döndüm baktım. hepsi 1 anda olmasa bile bebek adımlarla gerçekleşiyor işte :) 

demiştim ki işimle ilgili 2 seminer, kendi içinde de  ikiye ayırıp benim anlatıcı olacağım ve beni özlediğim öğrenciliği döndürecek olanlardan 2 şer adet ısmarlamıştım evrene. sağolsun getirdi hemen ilk kısmını yerine, biterken yeni yılın 2. ayı katıldım 2 seminere anlattım hikayemi. neden blog yazdığımı, bana açtığı kapıları, tanıdıklarımı , tanıştıklarımı, kazandırdıklarını... ben blog sayesinde şu an ki işimi  buldum daha doğrusu blogum bana iş buldu, bu hikaye anlatılmalıydı sıkılmadan, utanmadan, kibirlerlenmeden olduğu gibi yalınca...

sosyal medya, çok yaygın kullanımıyla her yerde tuvalette bile cebimizde :) peki bu işten para kazanılır mı, ikametgah ı facebook a almak, twitter da yaşamak nasıl olur? anlatıyorum işte, dilimin döndüğünce kesinlikle uzman kelimesini kabul etmiyorum, ben sadece benim yolumu anlatıyorum. iletişimin önemi, kelimelerin gücü, pazarlama ve en sevdiğim olan kampanyaları anlatıyorum.

yaptığı işi seven şanslıyım ben, benim olan her şeyi seven, mutlu olmayı tercih eden :)

kendi fotoğrafımı koymayı pek sevmiyorum bloguma, zaten bunun için yok mu facebook? :)
ama bu iki  fotoğraf benim için mutluluk, gerçekleştirdiğim 2 toplantıdan...



ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

iç ve dış hesaplaşma

bazı insanlar kötüdür. gerçek kötüdür. kalbi simsiyahtir. hatayı kendinde asla aramaz, asla yüzleşemez, fırsat olsa aynaya bile bakmaz istemez, hatta karanlıkta görünmez.

bazı insanlar kendini padişah sanır, kraldan çok kralcı olur, vezirden çok soytarı olur,güldürken aptallığı beğeni kazanır.  bilmeden konuşur, anlamadan dinler, hep ben bilirim, en iyisini ben yaparım der. taş gibi kalır olduğu yerde, bir adım ilerleyemez. 

bazı insanlar çıkarları uğruna yaşar, her olaya bundan nasıl fayda sağlarım diye bakar, kendine faydası olmayacak hiç bir işe niyet dahi etmez.

bazı insanlar beni aptal sanır, bırakalım sansınlar:)



ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm,bye...

nasılsın demenin önemi üzerine önemsiz bir yazı

uzun zamandır düşünüyorum, çıktığın yolda gönüllü de olsan maaşlı da olsan, omuzlarına aldın mı sorumlulukları, tek başına kaldın mı, karar vermek için seçenekler arasında dolandın mı? bu anlarda sanki görünmeyen bir kalkan seni sarıyor ve karşında ki kişilerin gözünde dev bir makinaya dönüşüyorsun. girdiyi işleyen çıkıtıyı çıkaran... inekten sosis yapan hatta bazen sosisten inek yapmaya çalışan demir yığını bir makina...

aslında öyle değil işte, maddi tatmin de alsan, manevi tatmin de olsa yolun sonunda, olmalı insani mola köşeleri bazı başlarda. Papa'nın bile istifa ettiği günlerdeyiz, herkesin yerinin doldurulacağı, gideni aratır ya da aratmadan kesin işte. ben bu aralar sadece saf bir "nasılsın" soru cümlesine nasıl ihtiyaç duyuyorum.
Nasılsın, iyi misin, keyfin yerinde mi, hayat nasıl gidiyor, havalarda güzelleşti di mi? gibi önemsiz gözüken ama değerli hisettiren sorulara ihtiyacım var.




hepimiz insanız, bu hayata öğrenmeye geldik, insan olmayı, ,insanı yaşamayı...

nasılsın demeyi bir ihmal etmeyelim :)

ben herkes mutlu olsun isterim...

öptüm,bye

karışık ve dağınık

bugün benim şehrimde yağmur yağıyor kimseye sormadan nedensizce ve delicesine. ve benim ayaklarımda sabah ki güneşe güvendiğim hassas süet botlar var. süet botlar hassastır, yağmurda leke yapar ve karda yanar...

süet botlarımı korumak adına sığındım iş yerimin en yakınında ki yere, biraz kafam bozuk fazlasıyla karmaşık... bir pantolumum var 36.5 beden :) (böyle bir beden yok ben de biliyorum :) ne zaman yemek yesem düğmesi bağımsızlığını ilan eder, pıt atıverir benim kafam gibi, ben hep çaktırmadan kapatmaya çalışırım onu , o bağımsız işte, öğle yemeğinde yediğim kumpire kafası bozulmuş,olmaz böyle diye ilan eder bağımsızlığını, severim ben o pantalonumu, ifade eder kendini yarın öğle menüsünü kendi seçer salata gerek bana der, o zaman uslu durucam sözünü verir...


bir genç kadının günlüğüne dönse de yazdıklarım, niyetim yok fenomen olmaya, sadece seni anlıyorum diyen yeter bana....

bugün hayat beni biraz yordu, şu korkunç hız trenlerine bindirdi, yokuşundan inen çıkan ve her seferinde kalbimi ağzıma getiren... 

durdum bir saat, durdurdum tüm düşüncelerimi...  hayat yoruyor herkesi... para kazanmak için çalışmak, çok çalışmak gerekiyor ki kim buna karşı durur... ilişkilerde emek gerekir, inişler ve çıkışlar ve kaçışlar normaldir. 



bir tekniktir satış pazarlamada , bir kursta bir öğretmenim söylemişti, aynaya bakarak konuşun telefonda diye, gülümseme geçer karşı tarafa tınada... 

aynasız günlerimiz olmasın hiç, pozitif inanışa göre ise sen gülümse tınından anlar karşındaki senin gülüşünü... 

bugün beni hayat biraz yordu işte... bir kaç iyi kalpli arkadaşımı aradım, hepsi de yorgundu, kiminin kuaför randevusu vardı, kiminn sınavı, kimi yeni evliydi... ve hepimiz yorgunduk ve umutlu...  gelecek güzel gelsin diye...

şükür etmek! var olan her şey için aldığımız nefes, yürüdüğümüz yol ve gerçekleştirmek uğruna peşinde depar attığımız hayallerimizi.. bir de beni hiç tanımadan  güzel sözler söyleyen, telefonun ucunda duran, var olan tanıdıklarımız için...

zor günler bugünler, maalesef insanlar ölüyor,binalar yanıyor, anlamadığım daha bir çok şey...

ben kendi küçük dünyam içinde tandıklarıma sevdiklerime, ailelerine, ülkeme güzel günler diliyorum, ve inanınca her şeyin olacağına hala inanıyorum.

ben herkes mutlu olsun isterim...

öptüm,bye....

misafir olmak ve terminal

bizim ailede aile binaları vardır. her ailenin bir binası. anne binasında anne tarafından herkes anneanne, dayı, teyzeler otururdu,eskiden. baba binasında baba,babaanne, halalar otururdu eskiden. kimse kimse de yatıya kalmazdı çünkü mesefa sadece binada ki merdiven basamaklarıydı... 

tek çocuk olunca, biraz korunaklı büyüdüm ben. bu yıla kadar hiç bir arkadaşımın evinde yatıya kalmadım. giderdim,eğlednirdim ve yine gelirdim evinin güvenilir duvarlarının tam arasına...

bu sene aldığım bir görev gereği, her hafta sonu bir şehirdeyim, 56 kulübün 44 bitti desek, bazı şehirlere ikinci kez bile yolum düşüyor. bir şehirde tanıdık bir kuaförün olması beni mutlu ediyor. 

bu hafta sonu, hava durumu bol yağışlı Antalya'da.. o kadar ki otelleri su basıyor, dereler taşıyor,suları çıkartmak için duvarlar yıkılıyordu. işte biz böyle bir günde gittik Manavagat'a, toplantılar yapıldı, tanışıldı, kaynaşıldı, konuşuldu, yemekler yendi. otobüse 1,5 saat kala işimiz bitti, ipon pon unda pili bitti, acil doldurmak lazım. Nasıl gidiceksiniz terminale, ne olacak bineriz dedim bir taksiye... 

Bilmem siz biliyor muydunuz Manavgat ta taksiler Euro ile çalışıyormuş ve 1 mahalle içinde hep aynı fiyata bir uçta bir uca gidebilirken, mahalle değiştirdikçe fiyat artıyormuş. Fiyatlama 10 €,20€,30€ ve bizim kaldığımız yerden terminale sadece 40 € tutuyormuş :) 




Siz hiç tanımadığınız birine tüm gününüzü ayrıp, bir de üstüne üstlük gecenin tam 23.59 u na kadar yanında olup, otobüse bıraktınız mı? Sanki her şehirde bir evin, bir ailen  varmış gibi hisediyor insan  Nasıl güzel bir şeymiş misafir ağırlanmak, özel hisettirmek ve özel kılmak karşındakini ..

siz de misafir olun gelin bana, börekler açamam ama süper gezeriz...

ben herkes mutlu olsun isterim,

öptüm,bye...

planlar ve planlamayanlar...

yeni yılın dördüncü günü olması yeterli midir sevmemek için? 

nasıl başladığından anlatmak gerek, en başından ama suya sabuna dokunmadan... mahkemelerde şahit yazılmadan, taraf değil tanık kalarak... 31 Aralık pazartesi günü yoğun ve dolu dolu bir mesaiden sonra akşam partide çalışacağımdan kuaföre gittim 17.30 da, çıktım 20.30 da... ne mesaisi dersiniz? sanırım bugüne kadar hiç bu kadar açık yazmadım. ben bir dijital ajansta ikametgahımı facebook  ve twitter a aldırmış bir şekilde yaşıyorum, seviyorum  sanal dünyada gerçek işler yapmayı :)

yılbaşı gecesi işimiz Ankara'nın en büyük partisi olmayı hedefleyen organizasyonda canlı yarışmalar ile gelen kutlamacılara mutlu anlar yaşatmak, sanal bir noel babanın dolaştığı izlemini yaratmaktı. bu nedenle minik topuklu ayakkabılar, çalışmaya uygun az pullu elbisem ile hazırdık. Avrupa'nın ikinci büyük kongre merkezi bu özel parti için hazırlanmış, kocaman ucu gözükmeyen devasal bir bara dönüşmüştü. her şey süper gözüküyordu. tek bir şey  haricinde. bizim "olay" sanatçımız sayıyı beğenmemiş, karnı ağrımış, tırnağı kırılmış, belki de saçı fön bile tutmamış gibi tatlı bahanelerle geldiği gibi gitti büyükşehrine... biz kaldık mı hayranlarıyla baş başa? yılbaşı planını yapmış hayranlar, son dakikda yok olan bir parti, asık suratlar, mutsuz yüzler... 



kim haklı kim haksız bilemem, noter değilim ki ben, tasdikleyemem. yine de eğer başının önünde sanatçı varsa, saygı gerekmez mi hayranlarına, ben olsam yerinde en azından bir el sallardım herkese... sizi seviyorum, seneye görüşelim derdim, gönül alırdım, kimseyi yüzünün üzerine yere düşürmezdim. son dakika plan değişince, benim terazi burcum tavan yaptı mı, otuzikidiş kapandı. hımm ,homm diyen biri geldi...

bu aralar çok üst üste geldi plansızlıklar.... her hafta bir anneanne hasta oluyor. anneanneler hiç hasta olmasın istiyorum. ben küçükken, ailelerin hep beraber öleceğini sanıyordum, beraber yaşıyoruz ya, ölümde beraber olur, başka bir yerde devam ederiz hep beraber diye düşünüyordum. taa ki dedemin ölümüyle anlamıştım ailelerin bu dünyada 1 olduğunu, o yüzden sıkıca sarılmak gerektiğini vakit varken. özetle tüm pamuk kalpli, beyaz saçlı anneanneler iyi olsunlar hemen. sadece onlar değil babaanneler, halalar,teyzeler, dayılar, tabii ki anneler ve babalar da...

ilk 4 günün kötü geçmesi, umarım kalan günlerin hepsinin aşırı güzel olacağına işarettir. 



İyi düşünmeye devam ve karşınızda  en beğendiğim yılbaşı mesajı...

 Yeni yılınız baldan tatlı, kelebek gibi kanatlı, katlı, yatlı, facebook, instagram “like”lı, haftada üç gün ızgara kabaklı, ama birkaç gün de şaraplı, geçen yıldan havalı, kışın kayakta yazın plajda, seyahati bol, geri dönmesi zor, geliri giderinden fazla, dolu dolu sazla cazla, streslere kapalı, pamuklara sarılı, uçuşları milli, etekleri zilli, acısı sadece yediğiniz biberde, tatlısı sağlıkla uyandığınız her günde, kilonuz kararında, ruh sağlığınız ayarında, tabiatın kucağında, trafiğin uzağında, sevdiklerinizle birlikte, kem gözlerden uzak olsun... Tek derdiniz çok gülmekten bayılmak, para saymaktan yorulmak olsun!

Ben herkes mutlu olsun isterim,

Öptüm,bye...