gülümsemeyi severim

ceolar ve anahtarlar

Ankara Marka Festivali toplantısının beni etkileyen konuşmacılara ceo lar ile başlıyorum. büyük şirketlerin, holdinglerin en tepesinde olan adamlar bu yola nasıl başlamış, neleri anahtar edinmiş kendilerine... 

birinci günün açılış konuşmalarından sonra ilk oturumu Ahmet Çalık'a aitti. konuşmasının başlığı "Nasıl Yaptım? Ne Yapmalı? Bir Girişimcinin Hatıra Defteri" konuşmasına ilk girişiminden bahsederek başladı, 1980 li yıllarda blıuejean kumaşının ülkemize sadece tek bir fabrikadan sağlandığını, bir bluejeane sahip olmanın ne kadar havalı olduğunu anlattı. ve demiş ki kendi kendine yetmiyorsa bir fabrika tüm ihtiyacı karşılamaya ben de kurayım kendi fabrikamı, ihtiyacı analiz etmiş, ihtiyacı karşılamak üzere hareket etmiş. ilk fabrikasını kendi memleketi olan Malatya'da kurmuş, ki bu da çok güzel bir vefa örneği bence... aslını unutmamak, yolda ilerlerken yolun başında seninle olanları arkada bırakmamak,doğduğu topraklara bir katma değer yaratmak... fabrikayı açarken kendisine hedef koymuş, 10 sene içerisinde ülkenin en büyük denim fabrikası olacak burası demiş,söylediği zamanda olamamış, 15 yıl sonra hedefine ulaşmış... Çalık, denim fabrikasının hikayesini Edison'a ait olduğu belirttiği bir söz ile bitirdi. "önce dünyanın neye ihtiyacı olduğunu düşündüm, sonra icat ettim" ilk fabrikadan bugün altı farklı sektörde hizmet veren bir holdinge nasıl dönüştüğünü detaylandırmadı aslında benim en merak ettiğim konulardan biriydi, birbirinden bağımsız farklı sektörlerde yer alma kararı ve kusursuz işleyişi sağlama süreci... konuşmasını başarının tek yolunun olduğunu ve bu sihirli formülünde "çalışmak, çalışmak, çalışmak" olduğunu diyerek bitirdi. benim için bu konuşmanın anahtar kelimesi " çalışmak" 



ikinci oturum yine bir ceo ya aitti, ben holding de, konuşmacının da ismi ilk kez duydum, o kadar içten ve özel bir konuşma yaptı ki, sanırım bir daha da ismini unutmam. SBK Holding in Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Baran Korkmaz'ın konuşma başlığı "Fırsatı Faydaya Çevirme Sanatı: Krize Röveşata" konuşmasına beni çok etkileyen cümlesi ile başladı. evimizde televizyon yoktu, komşular eve misafirliğe gelince beni ortaya çıkartırlardı, hayallerimi anlatırlardı. benim için çocukluğunda ayakkabı boyacılığı dahil olmak üzere çeşitli bir çok işte okul harçlığını çıkarmak için çalışmış olan adamın, bugün holding sahibi olmasının sırrıydı bu cümle ve sihirli kelimesiydi "hayal gücü"  yeni bir iş yeri açma konusunda da bir anahtar verdi ve dedi ki, yeni bir açmayın, sıfırdan bir yer kurmayın o sektöre ilk kez girdiğinizde, batmaya yakın, stresli bir yer bulun, olduğu gibi alın, bırakın masaları istediğiniz renk olmasın, dekoru o kadar da afilli olmasın, siz bakın iş yapabiliyor musunuz? iş yapabilirseniz hepsini istediğiniz gibi zamanla yaparsınız eğer iş yapamazsanız sıfırdan bir yer kurmaktan daha az batarsınız, zaten batık bir yer aldğınız için... ilk başta bu cümle sanki hayallerini anlatan adam ile çelişiyor gibi gelmişti, düşününce hayallerin,işleyen ve para kazandıran bir işyeri olmasının olduğunu çok süslü ve işlemeyen bir iş yeri olmadığını anladım :) konuşmasını ben zengin bir ailede doğmaktansa şanslı bir insan olmayı daha önemli sayıyorum diyerek bitirdi. benim için bu konuşmanın anahtar kelimesi "hayal gücü"



otuz üçüncü oturum ise Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın'a aitti. konuşmasının konu başlığı " Girişimcilik ve İnovasyon: Akfen'in Başarı Hikayesi" benim için en değerli konuşmacılardan biriydi çünkü Ankara vardı hamurunda.. konuşmasına Rüzgarlı Sokağın ürünleriyiz biz diye başladı, ticarete sokakta küçük bir atölyede yanında bir çalışan ile başladığını, ilk para kazandığı işin Emek Camiisinin kazan olduğunu anlattı. rakiplere fark yaratmakta küçük detayların çok önemli olduğunu önemli bir ihaleyi, rakip firma ile aynı ücreti vermelerine rağmen sadece 10 gün önce iş bitirme taahhütü ile kazandığını anlattı... ne de olsa 3 yıl 9 ay yerine 3 yıl 8 ay 20 gün daha tercih edilebilir bir tekliftir... şirketlerin aile şirketi olmaktan çıkması gerektiğini, şirketlerin yüz yıllık olmayı hedeflemesi gerektiğini belirtti. konuşmasında kimsenin süperman olmadığına, zamanı geldiğinde şirketler büyüdüğünde işleri profesyonellere bırakılması gerektiğinin önemle altını çizdi. alınacak çayın markasına karışan patronların işi gerçekten zor.. tüm ünvanların devredilebilir olmasını gerektiğini söyledi ve özellikle şirketin sahibi, çalışanların sahibi gibi kavramların çoook eskilerde kaldığını özellikle belirtti. Türkiye'de başarısız olmanın ahlaki bir sorun haline geldiği ancak Amerika'da ise her başarısızlığın sadece bir deneyimin olarak değerlendirildiğini söyledi.şansının da şansızlığın da sürekli olmadığını, süreli olarak insan hayatına uğradığını ve önemli olan fırsatlar ayağımıza kadar geldiğinde bahane üretmeden, üşenmeden, kaçmadan o fırsatı değerlendirmek gerektiğini söyledi. konuşmasını, herkesin kendi potansiyelini ortaya çıkarmaktan sorumlu olduğunu söyleyerek bitirdi. benim için bu konuşmanın anahtar kelimesi kendi potansiyelini ortaya çıkarmak, kendine şekil vermek olan "self-made" 


bana ilham veren konuşmacıları, anlattıklarını yazmaya devam... umarım size de yapmak istediklerinizi yapmak, harekete geçmek için ilham verir...

yazılarımı beğeniyorsanız, lütfen izleyiciler kısmndan kayıt olun, iletişimimiz sürekli olsun.

ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm,bye... 



ankara ve marka

haftaya güzel başladım, işin doğrusu güzel başlamak için çok çabaladım, işlerimi pazar gecesi saat üç civarında bitirdikten sonra artık hazırdım haftanın başlamasına... yoğun çalışmamın nedeni, hafta başında başlayacak olan (7 Aralık-9 Aralık) ve ilk kez düzenlenen Ankara Marka Festivali'ne katılmaktı...

hep derler ya, Ankara'da yapılacak hiçbir şey yok, gidecek hiçbir yer yok, konser yok, etkinlik yok... bu cümleleri kuranlara hep karşılık olarak ama bu var, bu da var dedim bugüne kadar, aslında blogumu açma amacım şehirde ne yapılır, nelere gidilir konusunda yardımcı olmaktı ancak işin içine yaşam detaylarım da girince, asıl amacımdan birazcık uzaklaşmışım. blogum kendi yolunu çizmiş, kendi tarzını oluşturmuş. ancak ben bugün şunu anladım, o yapılacak hiçbir şey yok diyen insanlar, aslında var olan şeyleri pek de beğenmeyenlermiş, cümlelerin devamını hep ama bağlacı ile tamamlamayı sevenlermiş meğerse... benim katıldığım ve çok beğendiğim güzel konuşmacıların geldiği, güzel organize edilmiş, konserinden yemeğine kadar her ayrıntısının düşünüldüğü etkinlik için de bir sürü şey söylendi, söyleniyor, söylenecek orada, burada o kanalda, bu kanalda...ben bu etkinliğin devam etmesini, gelecek seferlere daha da güzel olmasını diliyorum. ve bunu yapıcı eleştirilerle, önerilerle hep beraber yapabileceğimize, çorbada azcık bir baharatımızın olabileceğine inanıyorum. 

özetle ben bu sene ilk kez düzenlenen "Ankara Marka Festivali" toplantısını ben çok beğendim, şehrimde ilham verici, deneyimlerin aktarıldığı böyle güzel bir etkinlik olduğu ve katılabildiğim için çok mutluyum. düzenleyen, emeği geçen, konuşmacı olarak katılan herkese teşekkür ederim. dilerim devamı gelir, ufuk açıcı böyle etkinlikler daha sık olur, öğrenmek isteyen herkes katılır, anlayan anladığını alır.


önümüzdeki günlerde katıldığım oturumlardan bende iz bırakan konuşmacıların, anlatıklarını kısa kısa yazmayı planlıyorum, belki fırsat bulup gelemeyen veya başka şehirde olan  ve blogumu okuyan (sonuna kadar okuyanlar, en değerli olan sizsiniz) birilerine de ben yardımcı olurum. çünkü bilgi paylaşmak içindir. minik bir ipucu veriyorum, kimlerin konuşmalarını paylaşacağıma dair..

-Ahmet Çalık- Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı
-Sezgin Baran Korkmaz-SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı
-Hamdi Akın- Akfen Holding Yöentim Kurulu Başkanı
-Defacto ve Buse Terim
-Cüneyt Asan -Günaydın Et Restoranlar Kurucusu ve Yönetici Ortağı
-Serdar Kuzuloğlu- Gazeteci
-Nil Karaibrahimgil
ve beni en çok etkileyen konuşması ile Nihat Odabaşı

bana ilham verenler size de ilham olsun,

ben herkes mutlu olsun isterim.

öptüm,bye